2024 All Rights Reserved.

Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?

Virüsü kaptığı günden itibaren yüreği endişe ile dolmuştu...

Kızları küçüktü... Bu kâbustan kurtulamazsa zamansız, çok erken bir ayrılık olacaktı!

Dünyada binlerce cana mal olan koronavirüse, 56 yaşında aile hekimi olarak yakalanmıştı. Sonucu tahmin edebiliyordu... Virüs beynine sirayet ettiğinde onun aklı geride bıraktığı canlarındaydı...

Bir baba olarak kızlarının geleceğini hazırlayabilmiş miydi?

*

Dr. Yavuz Kalaycı... Virüsün istatistik tablolarına dahil edilen ancak her insan gibi büyük yaşam hikâyesi olan kahramanlardan biri...

Kahraman demek az kalır... Sağlık emekçileri yeryüzünün insanlık için son uyarısı ile mücadele ederken sevdiklerinden, ailelerinden ayrı, bir cephe savaşının içindeler...

Dr. Yavuz Kalaycı... aklı, yüreği kızlarındayken yoğun bakımda uyutuldu önce. O sırada annesi ve babası aynı virüsün etkisi ile hayatını kaybetti. Kalaycı’nın son mesajını meslektaşı Dr. Erdinç Nayır paylaştı.

“Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?”

*

Zonguldak Valisi’nin korona salgınından sağlık emekçilerini sorumlu tuttuğu konuşmasını hatırladım. Hayatını riske atan doktorlar, hemşireler, hasta bakıcıları için ne ağır bir suçlama...

Vali daha sonra özür dilediği konuşmasında, “Onlar bize yük olmasaydı bugün belki geri dönüşü konuşuyor olurduk” demişti.

Hükümetin pandemi ile ilgili aşırı iyimserliği ve yeterli tedbirleri almadığı eleştirileri arasında vali, sağlık emekçilerini suçlayarak iktidarı aklama çabasındaydı.

*

“Büyük devlet” lafla olunmuyor... Görkemli saraylar, boy boy uçaklar, yaldızlı sofralar sizi büyük yapmıyor...

Tıpkı terörle mücadele eden kahramanlarımız gibi, yeni tür savaşın içindeki sağlık ordusu da aileleri için gelecek kaygısı duymamalılar.

İktidar, muhalefet ile koli yarıştırmayı bırakıp hayatını kaybeden sağlık emekçilerinin çocuklarına, ailelerine sahip çıkmalı...

Büyüklük, geçmişten bugüne ülkemiz için hayatını kaybeden insanların mirasına sahip çıkmaktır.

***

Koronanın ekmeği...

Siyasal İslamcıların iktidarda kalma stratejisi çöküyor.

Ellerindeki en önemli argüman “yardım-paket-koli” zincirine CHP’li belediyeler el attı.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın CHP’li belediyeleri PKK-FETÖ dahil her türlü terör ile ilişkilendirme çabası bu paniğin ifadesi...

Oysa bu taktik yerel seçimlerde geri tepti ve AKP büyükşehirleri kaybetti.

AKP’yi saran korkunun nedeni, “kendi mahallesi” ve oy deposu olarak gördükleri yoksul geniş kesimlerde CHP’nin giderek daha etkili hale geliyor olması...

Koronavirüs ile mücadelede görüldü ki, elinde imkânı olduğunda CHP’li belediyeler de yoksulun yardımına koşuyor. Üstelik bunu yaparken İzmir - Muğla - Aydın örneğinde olduğu gibi ihtiyaç duyulan ürünler köylüden, üreticiden satın alınarak yoksul kesimlere dağıtılıyor.

CHP’li belediyeler “kayıtlı” bir liste üzerinden değil, tüm kesimlere ayrım yapmadan ulaşmaya çalışıyor.

İktidarın paniği öylesine büyük ki, sokağa çıkma yasağı sürecinde CHP’li belediyelerin ekmek dağıtımına dahi yasak getirdi!

Dayanışmaya en çok ihtiyacımız olduğu dönemde yardımı tekelleştirmeye çalışmak, en çok yardıma muhtaç insanları zora sokacaktır.

***

100. yılında millet egemenliği

Yakın tarihimizde Meclis’ten, milletin egemenliğinden rahatsızlık duyan son padişah Vahdettin’di...

Rahatsızdı çünkü padişahtı... Yani memleketi kendi tapulu malı olarak görüyordu. Millet yerine tebası, vatandaş yerine kulları vardı.

Padişah Vahdettin, 11 Nisan 1920’de Meclisi Mebusan’ı feshettiği sırada Ankara’da Mustafa Kemal, Millet Meclisi kurma çalışmalarını tamamlamak üzereydi.

Gazetemizin kurucusu Yunus Nadi o günlerin yakın tanığıdır. Mustafa Kemal’e “Önce savaşı kazanalım sonra Meclis’i kurarız” diye baskı yapar arkadaşları, ancak o kabul etmez. Büyük Millet Meclisi’ni kurar ve savaşın en zor anlarında bile her adımını Meclis’ten yani milletten onay alarak atar büyük önder...

TBMM gazidir çünkü kan ve barut günlerinde kurulmuştur. Dünyada hiçbir “millet egemenliği” TBMM çatısı altındaki kadar kutsal değildir.

100 yıl sonra TBMM’nin işlevsiz hale getirildiğine, Gazi Meclis’in ülkenin tüm karar ve denetim süreçlerinin dışında tutulduğuna tanık oluyoruz.

100 yıl sonra “tek adamlığın” Meclis’in, dolayısı ile milletin iradesinin üzerinde bir güç olarak yasama-yürütme-yargı erklerini kontrol ettiğini görüyoruz.

100 yıl sonra Meclis’in yetkisinin yeniden Saray’a devredildiği günleri yaşıyoruz. 

Bu yıl 23 Nisan’da tüm dünya çocuklarının mutluluğunu hayal ederken, millet iradesinin 100 yıl sonra nasıl yok edildiğini düşünelim.

Bu 23 Nisan, Atatürk’ün vasiyetinde olduğu gibi, demokrasiyi barış içinde yeniden inşa edeceğimiz günlerin miladı olsun.