2024 All Rights Reserved.
O, iki farklı iktidar zihniyeti ile çalıştı.
Kendisini göreve seçen DSP-ANAP-MHP koalisyonuydu.
Ancak en ağır eleştirileri dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'ten aldı.
Daha sonra dünya görüşü yüzde yüz farklı AKP iktidar oldu,
Eleştiriler sürdü, karalamalar hız kazandı.
Alışılmadık bir Cumhurbaşkanıydı,
Alışılmadık bir devlet adamı...
Daha doğrusu;
Siyasetin haramileri; sağcısı, solcusu, muhafazakarı ona alışamadılar!
Her iki iktidar zihniyeti de onun "hukuk" demesinden rahatsızdı.
Ecevit onu; "Kendisini hâlâ Anayasa Mahkemesi Başkanı sanıyor" diyerek eleştiriyordu.
Anayasanın, hukukun üstünlüğüne inanmış bir Cumhurbaşkanı, Anayasayı çiğnetmezdi.
Daha sonra AKP iktidarı da; "yabancı sermayenin önünde bir engel" olarak gördü onu.
Çünkü Galataport, Haydarpaşa, Levent'e burgu kuleler.... ne varsa satışa çıkmıştı memlekette;
O ise; milletin varlıklarını yağmalar gibi satamazsınız diyordu!
***
Alışılmadık bir devlet adamıydı, devletin "sahipleri" de ona alışamadılar.
İstese doldurup uçağına işadamlarını, kalemşörleri, 7 yılda 70 ülke dolaşırdı...
Her ülke için örtülü ödenekten bir "sakal" alabilirdi, sadece beyanı ile, kim ne diyecekti?!
Noter olması beklendi, biat etmesi... "Uyumlu" olsaydı merkez medya da dahil besleme medyanın Cumhurbaşkanı olabilirdi.
Ama o halkın Cumhurbaşkanı olmayı tercih etti.
Her yaptığı ile "rahatsızlık" yarattı;
Mesela kendisine sunulan tüm ayrıcalıkları elinin tersi ile itti!
Dilediği sarayı çalışma köşkü, dilediğini tatil mekanı yapabilirdi!
O, Cumhurbaşkanlığına tahsis edilmiş olanlara dahi tenezzül etmedi.
Görevi boyunca neredeyse hiç tatil yapmadı,
Acil serviste röntgen sırası bekledi, trafik kuralarına uydu,
Köşkte şatafatlı davetlere son verdi, personeli ve koruma sayısını azalttı.
Devletin sunduğu lüks ve ayrıcalıkları "haram" saydığındandı belki, toplum yoksulluk içinde yaşarken, yoksul halkın parası ile yaratılan lüksü ayıplıyordu.
Ama işin ilginç yanı, Hz. Ömer'in adaleti diye diye yüksek ahlakı dilinden düşürmeyenler; Ömer'in ahlakını en iyi temsil eden Cumhurbaşkanı'nı sevmiyorlardı!
Dili ile vicdanı aynı olmayanlar. İki yüzlüler, toplumdaki çürümenin asıl sorumluları...
***
Görevden ayrılırken kendisine hediye edilen binlerce parça değerli eşyayı; tablolardan, şamdanlara devlete bıraktı...
Oysa götürse kimse "neden" diye soramazdı.
Harcasın diye verilen bütçeden 50 trilyon lira tasarruf sağladı!
Rahatsız edici bir üstün ahlakı ve duyarlılığı vardı.
Büyük, küçük tüm vurguncuları rahatsız eden, memurundan, bakanına, esnafından, gümrükçüsüne
"Böyle Cumhurbaşkanı olmaz!" dedirten ahlak...
Veto yetkisini en çok kullanan Cumhurbaşkanıydı.
Orman talanına, kent yağmasına, özelleştirmelere karşı...
Devletten geçinen sermaye de pek sevmedi bu yüzden onu...
Anayasa Mahkemesi'nin 15. Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Cumhurbaşkanıydı.
Yalnızca ahlakı, vicdanı ile değil; hukuk ve demokrasiye inancı ile de örnekti:
"Düşünce özgürlüğü demokrasinin temeli ve ayrılmaz parçasıdır. Düşünce suç sayılırsa demokrasi olmaz. Eyleme dönüşmeyen düşünce açıklamaları cezalandırılamaz. Anayasa ve yasalardaki düşünce özgürlüğünü kısıtlayan hükümler, altına imza koyulan uluslararası anlaşmalar çerçevesinde değiştirilmelidir. Türkiye insan hakları alanında evrensel normlara uyum sağlamak için yasalarında gerekli değişiklikleri yapmak zorundadır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü ile bağdaşmayan yasa kuralları değiştirilmelidir. Anayasa ve yasalar özgürlüğü engelleyen öğelerden arındırılmalı, özgürlük alanı genişletilmelidir... "
Bu sözlerin ve bu hikayenin sahibi Ahmet Necdet Sezer, Nisan ayında "tek adam" olmak için yarışa girseydi ne olurdu diye düşündüm.
Kendisi bunu asla istemezdi.
Demokrasiye ve hukuka olan inancı tek adamlığı reddederdi şüphesiz.
Ama, ya oylanan isim Sezer olsaydı?
Hukuktan, laiklikten ve Atatürk Türkiyesi'nden taviz vermeyen bir isim olsaydı?
Bu sorunun yanıtı memleketin nereye gittiğinin de cevabıdır.